Bilgi Felsefesi (Epistemoloji)
Bilgi Felsefesinin Konusu: Doğa ve evrenle ilgili sorunlara tanrı ve ruh bağlamında getirilen metafizik açıklamalar duyu organlarının verileri ile açıklanamadığından bilginin kaynağına doğrudan yönelmek gereği doğmuştur. Böylece bilgi, felsefenin ana konularından birini oluşturmuştur. Bilgi felsefesinin konuları:
Bilgi Kuramı (teorisi): Sübje (bilen) ile obje (bilinen) arasındaki ilişkiyi inceleyen bilgi felsefesi alanına bilgi kuramı denir. Sübjenin, objeyi incelerken ulaşacağı sonuçlar felsefe açısından tartışmalıdır. Bu tartışmalar bilgi kuramında iki temel çerçevede ortaya çıkmaktadır.
Bilgi Kuramının Temel Kavramları
Doğruluk (Hakikat): Bilginin bilgi konusu ile tam uygunluk içinde bulunmasıdır. Bir bilginin doğruluğu, onun kanıtlanabilmesi ile mümkündür. Çünkü doğruluk düşünce ile nesne (obje) nin uygunluğudur.
Gerçeklik: İnsan bilincinden bağımsız olarak var olanlardır. Gerçeklik varlığın bir özelliği başka bir deyişle var oluş tarzıdır.
Temellendirme: Bir yargının doğruluk iddiasının dayanağının gösterilmesidir. Felsefede ileri sürülen her yargı gerekçeleri gösterilerek temellendirilir. Temellendirme yargıları derinliğine ve genişliğine araştırarak yapılır.
Bilginin kaynağı: “İnsan bilgiye hangi araçlarla ulaşır?” sorusuna yanıt arar. Bu soruya verilen yanıtlar farklı felsefi sistemlerin doğmasına yol açar. Bilginin kaynağı akıldır, çünkü duyu organlarının bilgisi zorunlu ve kesin değildir diyen rasyonalizme karşı empirizm, bilginin kaynağı deneydir, doğru ve kesin bilgiye duyu organları aracılığı ile yapılan deney ve gözlem ulaştırır görüşünü savunur. Entüisyonizm (sezicilik) ise bilginin kaynağının sezgi olduğunu ileri sürer.
Bilginin değeri: Neleri ne derece bilebiliriz? Bilginin insan yaşamındaki yeri ve önemi nedir? Nelere bilgi demek gerekir? Sorularına bilgi kuramı yanıt arar.
Mantık: Doğru bilgiye ulaşmak için düşünceler arasındaki ilişki ve düzeni yöneten ilke ve yasaları saptayan alan mantık (lojik) tır. Mantık doğru düşünmenin kurallarını koyar, ilkelerini saptar. Bilgi kuramı, bilginin objesi ile uygunluğunu temellendirirken mantığın kural ve ilkelerine dayanır.
Bilgi Felsefesinin Temel Problemleri (Doğru Bilginin Olanağı Problemi): Bilgi felsefesinin tartıştığı temel sorun, doğru bilginin olanaklılığı sorunudur. Mutlak, kesin bilgilere ulaşılıp ulaşılamayacağı sorununa verilen yanıtlar iki başlıkta toplanabilir:
Doğru Bilginin Olanaklılığı: Mutlak, doğru bilginin mümkün olduğunu savunan sistem ve felsefeciler, doğru bilgiye nereden, nasıl ve hangi araçlarla ulaşılacağı konusunda farklı görüşler ileri sürerler.
Bilgi felsefesindeki farklı akımlar
Rasyonalizm (Akılcılık)
Rasyonalizme göre, zorunlu, kesin ve genel geçer bilgilere ancak akılla ulaşılır. O halde doğru bilginin kaynağı akıldır. Duyu organlarının verileri geçici ve doğruluğu kesin olmayan bilgilerdir ve bu verilere güvenilemez. Felsefe evreni ve insanı kavrarken aklı kullanarak doğru bilgilere ulaşabilir.
Akılcılığın Temsilcileri
- Sokrates: İ.Ö. 5. yüzyılda yaşamıştır. Sofist göreliliğe (relativizme) karşı çıkmış, bilgilerimizin doğuştan var olduğunu savunmuştur. Sokrates’e göre öğretmenin görevi yeni bir şey öğrenmek değil insanın aklında saklı olan bilgileri doğurtmaktır. Sokrates’in bu yöntemine diyalektik adı verilir ve karşılıklı konuşmaya, tartışmaya dayanır.
- Platon: Platon’a göre bilginin kaynağı duyu organları olamaz. Çünkü duyu verileri kişilere göre değişir. Oysa matematiğin bilgileri kesindir. Platon’a göre iki türlü dünya vardır: idealar ve görünenler (fenomenler) dünyası. İçinde yaşadığımız nesneler dünyası gerçek değildir. Fenomenler dünyası dediği bu dünyanın bilgisi doxa (sanı) dır. Gerçek olan idealar dünyasıdır ve bu dünya ancak akılla kavranır. Duyularla kavradığımız fenomenler dünyası idealar dünyasının bir gölgesi bir kopyasıdır.
- Aristoteles: Aristoteles’e göre idealar nesnelerden bağımsız değildir. İdealar, tek tek nesnelerin özünde tümel kavramlar olarak vardır. Bilginin amacı tekil yani bireysel olanı bilmektir. Çünkü gerçekten var olan tek tek şeylerdir. Ancak tekilin bilgisine genelin bilgisinden yani tümelden ulaşılır. Gerçek bilgi genel yargılara dayanan önermelerdir. Bunun yöntemi de tümdengelim (dedüksiyon) dir. Tümdengelimin en mükemmel biçimi ise kıyas (tasım) tır.
- Farabi: Farabi’ye göre, bilginin üç kaynağı duyular, düşünce ve akıldır. Düşünme ve akıl yürütme yoluyla tekil bilgiler biçimlendirilerek hakiki bilgiye ulaşılır. Böylece genel geçer ve kesin bilgi elde edilir. Farabi’ye göre akıl, iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini, doğru ve yanlışı birbirinden ayırarak en yüce erdem olan bilgiye ulaşılır; böylece Tanrı’ya ulaşmanın da yolunu bulmuş olur.
- Descartes: Descartes, bilgi modeli olarak analiz ve senteze dayanan matematiği benimser. Matematik bilgilerin kaynağı akıldır. Araştırmaları sırasında ünlü “metodik şüphe” yöntemini kullanır. Bu yönteme göre;
> Her şeyden şüphe ederim
> Şüphe ettiğimden şüphe edemem
> O halde şüphenin kaynağı olan kendi varlığımdan şüphe edemem. Düşünüyorum, öyleyse varım (Cogito, ergo sum).
> İnsanın Ben’inde (Ego) Tanrı kavramı vardır.
> Tanrı’nın yarattığı evrenin varlığından şüphe etmem.
- Spinoza: Spinoza da ****fiziği ve geometriyi bütün bilimlerin ideal modeli olarak görür. Çünkü, ****fizik ve geometrinin sonuçları kesin ve zorunludur. Bu özelliği de kullandığı yöntemden gelir. O halde felsefe alanına da bu yöntem uygulanmalı ve felsefede de açık ve seçik bilgilere ulaşılmalıdır. Spinoza “Etika” adlı yapıtında felsefi sorunları, tıpkı geometri problemlerini çözer gibi ele almıştır.
- Leibniz: Leibniz’de Spinoza gibi matematiğin yöntemini felsefeye uygulamak istemiş, matematik dili kullanarak yapılan bir felsefe düşünmüştür.Duyu verilerini inkar etmeyen Leibniz, bunların yeterince açık seçik olmadığını savunur. Mükemmel bilgi, matematiğin bilgisi olan rasyonel bilgidir. Çünkü matematiğin kavramları arasındaki ilişkiyi akıl kurar. Leibniz’e göre, Tanrı fikri ve aklın ilkeleri, insan zihninde deneyden önce ve doğuştan vardır.
- Hegel: Kesin bilgiye akılla ulaşılabileceğini savunan Hegel, duyu verilerinin varlığın özünü vermeyeceğini savunur. Hegel’e göre, gerçeğe, diyalektik adı verilen “kavram” la ulaşılabilir. Diyalektik, tez, anti-tez, sentez aşamalarından geçerek bilgiyi oluşturur. Önce ide (fikir) kavram olarak vardır (tez). İde kendi dışına çıkarak doğayı oluşturur (anti-tez). Kendine yabancılaşan ide ahlak, din, hukuk, sanat gibi alanlarda tekrar kendi tinsel (ruhsal) varlığına döner (sentez).
Empirizm (Deneycilik)
Doğru bilgiye duyu verileri ve deneyle ulaşılabileceğini savunan akımdır. İnsan aklında doğuştan bilgi olmadığını ve bilgiye dış dünyadan gelen deney verileri ile ulaşılabileceğini ileri sürer. Bilginin kaynağı deneydir. Empirizm deneye dayanan fiziği temel alır. Empirizmin ilk örnekleri ilkçağda Epiküros’ta görülür. Ona gör bütün bilgilerin ilk kaynağı duyudur.
Deneyciliğin Temsilcileri
- John Locke: Locke, rasyonalizme karşı çıkarak insan aklının doğuştan “boş levha” (tabular asa) olduğunu savunur. Boş levha deneyler ve alışkanlıklarla sonradan dolar ve bilgiye dönüşür. Locke’a göre insan aklında doğuştan bilgi yoktur. Locke bilginin oluşumunu hep ikili gruplara ayırarak inceler. Önce bilgiyi oluşturan deney alanını ikiye ayırır:
i. Dış Deney: Dış dünyayı duyularla tanımamızı sağlar.
ii. İç Deney: Zihinsel işlemlerle içimizde oluşan olayları bildirir. Dış ve iç deney düşünce ve tasavvurlarımızın (ideal) kaynağıdır. Düşünce ve tasavvurlar da iki biçimde oluşur.
- Yalın Tasavvurlar: Duyumlar ve ruhsal olaylarla ilgili tasavvurlardır.
- Bileşik Tasavvurlar: Yalın tasavvurları birleştirerek düzenleyen, zihin tarafından üretilen tasavvurlardır.
İkincil nitelikler: Algılayan sübjeye bağlı olarak duyumsanan ve tasavvur edilen niteliklerdir.
Birincil nitelikler: Nesnelerin sübjeden bağımsız olarak kendiliğinden sahip oldukları özelliklerdir.
- George Berkeley: Empirizmi, doğrudan duyu algısı olarak kabul eder. Duyu algılarının dışındaki bilgi kaynaklarını reddeden Berkeley, zihnin soyutlama gücüyle elde ettiği kavramların bilgi olduğunu da reddeder.
- David Hume: Hume’a göre tek deney alanı vardır. O da dünyayı duyularla tanımamızı sağlayan dış deneydir. Zihinde yalnızca duyumlar ve izlenimler ile fikirler (idealar) vardır. Düşünme ilkelerinin kaynağı da dış dünyadır. Nedensellik ilkesi aklın zorunlu sonucu değil, olayların ard arda yaşanmasının yarattığı bir “alışkanlık” ya da “çağrışım” dır. Olaylar arasında objektif bir nedensellik bağı yoktur. Ona göre deneysel bilimler yalnızca olaylar arasındaki ilgiyi saptamalı daha ileriye gitmemelidir.
- Condillac: Empirizmi tümüyle duyumculuğa (sensüalizm) indirger. Condillac’a göre tüm bilgilerin kaynağı duyulardır. Duyu verilerinin dışında hiçbir sonuç bilgi değildir. İnsanınki gibi iç organları olan bir heykelin dışı mermerle kaplı olduğu için hiçbir etkilenimi olmaz. Ancak heykelin mermer kabukları kaldırılınca duyumlar ortaya çıkar. Böylece heykel ruhsal ve zihinsel bir yaşama ulaşır.
Kritisizm (Eleştiricilik)
Kristizm, bilgi teorisine aklı inceleyerek yaklaşmaya çalışır. Bunun için de bilgiyi sağlamada aklın rolünü ve deneyin rolünü ayrı ayrı ele alarak rasyonalizmle empirizmi uzlaştırmak ister.
Eleştiriciliğin Temsilcisi
- Immanuel Kant: Kant’a göre, “Bütün bilgi deneyle başlar ama deneyden doğmaz.” Deney bilginin hammaddesini sağlar, dolayısı ile deney verileri tek başına bilgi değildir. Deney verilerini bir düzene koymak için akla gereksinim vardır. Akılda, deneyden gelmeyen (a priori) kategoriler (kalıplar) vardır. O halde bilgi, deneyden gelen (aposteriori) verilerin zihinde doğuştan bulunan ve deneyden gelmeyen kategorilerde düzenlenmesi ile elde edilir.
UYARI: Kant deneyden gelen bilgi ve verilerini bilginin hammaddesi kabul ederek empirizme; ancak bu deney verilerinin zihinde doğuştan bulunan kategorilerde işlenerek bilgiye dönüştüğünü kabul ederek de rasyonalizme yaklaşır. Kant ayrıca, doğru ve kesin bilgiye ulaşılabileceğini savunan dogmatizm ile tüm bilgilerin duyu verilerinden kaynaklandığı için göreli olduğunu savunan septisizmi de uzlaştırmaya çalışır. Kant bu uzlaşmayı sağlarken bilgi alanını ikiye ayırır. Fenımenler ve numenler alanı. Fenomenler (görünenler) alanının bilgisi duyu verileriyle oluşur ve nesneler dünyasının bilgisi duyu organları ile kavranır. Bu bilgi insanlara göre değişmez, bu nedenle nesneldir (objektiftir). Ancak duyu organlarının bilgilerinin dışında kalan numenler alanının bilgilerini bilemeyiz. Çünkü bunlar zihinde doğuştan bulunan kategorilere göre biçimlenmez. Numenler alanının bilgisi ****fizik bilgilerdir ve ****fizik bilgiler kesin değildir. Kant, duyu verilerinin bilgilerinin tüm insanlar için aynı olduğunu savunarak nesnelliği ön plana çıkartıp dogmatizme yaklaşırken, numenler alanının ****fizik bilgilerinin göreli (relatif) olduğunu savunarak septisizme yaklaşır.
Pozitivizm (Olguculuk)
Doğa bilimlerinin hızlı bir biçimde geliştiği 19. yüzyılda doğmuştur. Felsefi sistemler yaşadıkları çağın özelliklerinden etkilenerek biçimlenir. Pozitivizm de 19. yüzyıla damgasını vuran doğa bilimlerinden etkilenerek doğmuştur. Pozitivizm ancak duyu verilerine ve deneye dayanan olgusal dünyanın bilinebileceğini ve bu bilgiye de bilim aracılığı ile ulaşılabileceğini savunur.
Olguculuğun Temsilcisi
- Auguste Comte: Pozitivizmin kurucusu Comte’a göre, insan yalnızca, duyu verilerine dayanan dış dünyayı bilebilir. Deneyle denetlenemeyen her türlü felsefi soru anlamsızdır. Bu yüzden, olguların arkasında yatan nedenler değil, olguların arasındaki ilişkilerin bilgisine ulaşmayı amaçlamak gerekir. Felsefe, deney sonuçlarını sistemleştirerek ahlak, din, siyaset gibi alanlarda kullanmalıdır. Felsefenin görevi bilimin içine karışan ****fizik unsurları, bilimden ayıklamak olmalıdır. Comte, insanlığın bilimin egemen olduğu pozitif döneme ulaşana dek üç aşamadan geçtiğini söyler. Comte’un bu görüşüne üç hal yasası denir:
i. Teolojik dönem: İlkel toplumlar dünyayla ilgili tüm soruların yanıtlarını tanrıda ve tanrısal güçlerde aramışlardır. Teolojik dönemin ürünü dindir.
ii. Metafizik dönem: Bu dönemde insanlar dünyayı soyut güçlerle açıklamaya çalışmış ve felsefe bu döneme damgasını vurmuştur.
iii. Pozitif dönem: Bu dönemde insan dünyayı doğa yasarlı ile açıklama yolunu seçmiştir, tüm soruların yanıtları bilimde aranmıştır.
Analitik Felsefe
Analitik felsefe, felsefeye bilimlerin dilini analiz etmek işlevi yükler. Böylece felsefe, düşünsel bir etkinlik alanı olmaktan çıkarılır, yalnızca dil analizleri yapan bir alan haline getirilir. Felsefe, bilimlerin dilini çözümleyecek, onların kavram yapılarını araştıracaktır. Bunu yaparken de sembolik mantığı kullanacaktır. Neo pozitivizm (yeni pozitivizm) ya da mantıkçı empirizm adıyla da anılan analitik felsefe, felsefeyi modern (sembolik) mantık alanı olarak görür.
Analitik Felsefenin Temsilcisi
Ludwig Wittgenstein, Schlick, Rudolf Carnap ve Reichenbach’dır.
- Ludwig Wittgenstein: Wittgenstein’e göre, dilin sınırları ile gerçekliğin ve düşüncenin sınırları aynıdır. O halde dilde kullanılan anlamlı önermeler gerçekliğin yansımalarıdır. Varlık ancak dili bilmekle olasıdır. Bu nedenle doğruya dil analizleri ile ulaşılır. Dil ile anlatılamayan konularda susmak gerekir.
Entüisyonizm (Sezgicilik)
Kesin ve değişmez bilgilere sezgi aracılığı ile ulaşılabileceğini savunan akım enstüisyonizmdir.
Sezgiciliğin Temsilcileri
- Henri Bergson: Bergson’a göre doğru bilgiye sezgi ile ulaşılır. İnsanları bilgiye ulaştıran iki yeti vardır. Zeka ve içgüdü. Zeka, madde dünyasının durağan (statik) halini kavratır. İçgüdü, sürekli hareket ve değişim içinde olan gerçek yaşamı kavratır. Böylece madde dünyasının anlık bilgilerini veren zeka ile değişen yaşamın bilgilerini veren içgüdünün birleşmesinden sezgi oluşur ve insan kesin ve değişmez bilgilere ulaşır. Zeka + İçgüdü = Sezgi
- Gazali: Orta Çağ İslam dünyasında Gazali sezgiyi hakikate götüren tek kaynak olarak kabul eder. Gazali’ye göre duyularla elde edilen verilere güvenilmez. Akıl da her konuyu kavramada yetersiz kalır. Nitekim akla dayalı bütün felsefi sistemler birbiri ile çatışmaktadır. Gazali’ye göre kesin bilgiye imanla ulaşılır ama akla da gereksinim vardır. Bilginin temelinde akıl olmasına karşın, onu kesin bilgiye dönüştüren “iman” dır. İmana dayanan din, akla dayanan felsefeden her zaman üstündür. Kesin bilgi, Tanrı bilgisidir. Tanrı bilgisine de iman ve sezgiyle ulaşılır.
Pragmatizm (Faydacılık)
Bilgiye fayda açısından yaklaşan pragmatizm bir yaşam felsefesidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde doğan bu akım, felsefi bir akım olmanın ötesinde geniş halk kitlelerinin yaşam biçimine dönüşmüştür. Temeli İlkçağ filozoflarından sofistlere kadar inen pragmatizm bilgiyi faydaya dayandırır. Pragmatizme göre, ne ki faydalıdır o bilgidir, ne ki bilgidir o faydalıdır.
Faydacılığın Temsilcileri
- William James: İnsanın teme amacının kendini korumak olduğunu söyleyen W. James bilgiye de bu açıdan yaklaşır. Ona göre doğrular pratik yaşam içinde, eylem içinde oluşur. Doğruluğun ölçütü faydadır. Bilimlerin verileri, pratik yaşamamızı kolaylaştırıyorsa, bilgidir. Yaşamda insanların gereksinimlerini sürekli değişir. Bu yüzden doğrulukta bu değişime paralel olarak değişir.
- John Dewey: John Dewey’e göre düşünce, doğadan yararlanmayı sağlayan, mutlu olmayı öğreten bir araçtır. Dewey, insanın biyolojik işlevlerinden yola çıkarak, bilgiye çevreye uyum sürecini sağlayan bir araç olarak bakar. Pragmatizm felsefeyi ****fizik sorunların dışına taşıyarak yaşanan olgularla sınırladığından pozitivizme yaklaşır. Ancak faydanın zamanla değişebileceğinden söz etmesi de bu akımın relativist yönünü ön plana çıkarır.
Fenomenoloji (Görüngübilim)
Fenomenoloji, pozitivizmin duyusal verileri yani olguları ön plana çıkaran anlayışına karşı “genel objeler” in ruhsal (tinsel) olarak kavranabileceği anlayışını ortaya koyar. Görünenler (fenomenler) içinde bulunan “öz” doğru bilgidir ve bu “öz” ancak bilinçle kavranır.
Görüngübilimin Temsilcisi
- Edmund Husserl: Husserl, fenomen kavramını olay karşılığında değil, görünenlerin içindeki öz olarak kullanır. Bu yüzden ona göre, gerçek bilgiye özden ulaşabilir. Bilginin bir yanında özne (sübje), diğer yanında nesne (obje) vardır. Özne, nesne dünyasındaki özleri bilebilir, ve bu özler özneye önceden verilmiştir. Bilgiye ulaşmak için duyuların sağladığı verilerden vazgeçip, bilinci ve özü incelemek gerekir. Husserl, felsefenin bütün bilimlerin özlerini ortaya koyan bilimler bilimi işlevini de üstlenmesini ister.
Doğru Bilginin Olanaksızlığı
İnsanın açık, kesin ve mutlak bilgiye ulaşamayacağını savunan felsefi sistemler, Sofizm, Septisizm (Kuşkuculuk) ve Akademi kuşkuculuğu akımlarıyla karşımıza çıkar.
Sofizm
Sofist felsefe İ.Ö. 5. yüzyılda, doğa filozoflarına tepki olarak doğar. Sofistlere göre duyu verileri insanlara göre değiştiğinden kesin bilgilere ulaşmak olanaksızdır. Bu yüzden bilgi görelidir (relatiftir).
Protagoras’a göre insan her şeyin ölçüsüdür.
Gorgias ise “Hiçbir şey yoktur. Olsa bile bilinemez. Bilinse bile başkasına aktarılamaz.” diyerek doğru bilginin olanaksızlığını dile getirmiştir.
Septisizm (Kuşkuculuk, Şüphecilik)
Kuşkucu Pyrhon (Piron), verilen her yargının çelişiği için de güçlü nedenler olduğunu söyleyerek, hiçbir konuda kesin yargıya varılamayacağını ileri sürer. Duyumcu (Sensüalist) kuşkuculardan Sextus Empricus’a göre doğru bilgi olanaksızdır. Çünkü;
> Aynı şeyler farklı insanlarda farklı etkiler yapar.
> Her insan duyu bakımından farklı yaratılmıştır.
> Algılar, içinde bulunduğumuz duruma göre değişir.
Septisizmin Eleştirisi: Septisizm hiçbir konuda yargıya varmadan her konuda şüphe ederek yaşamayı savunan uç bir görüştür. Ancak septisizm, dogmatizmin “mutlak doğrucu” anlayışına karşı insan zihnini uyarmış böylece bilimsel şüphenin doğuşunun ortamını hazırlamıştır. Bilimde şüphe araç, septisizmde şüphe amaçtır. Bilim, doğru bilgiye ulaşana dek her şeyden şüphe eder. Oysa septikler yaşam boyu her şeyden şüphe etmeyi savunmuşlardır.