Mehmet Akif Ersoy Hayatı
İstiklâl Marşı şairi. Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tahir Efendi'dir. İlk tahsiline Emir Buhari Mahalle Mektebi'nde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebi'ne devam etti. Babasının vefatı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayatı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.
Ziraat nezaretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedavisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Akif'in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 tarihine kadar devam eder.
Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn'da edebiyat dersleri vermiştir.
1893 senesinde Tophane-i Amire veznedarı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi.
Akif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarıda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sahasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin ilanıyla başlar. Bu tarihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm´de yayınlanır.
1920 tarihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisi'ne seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı'nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti.
1926 yılından itibaren Mısır Üniversitesi'nde Türkçe dersleri verdi. Bu sırada hastalandı. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan'a gitti. Ağustos 1936'da Antakya'ya geldi. Mısır'a hasta olarak döndü.
Hastalık onu harap etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul'a geldi. Hastanede yattı, tedavi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 tarihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığı'ndadır.
Mehmet Akif milletini ve dinini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sahip, şair tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şairidir. İstiklâl Marşı şairi olması bakımından da "Millî Şair" ismini almıştır.
Şairin en büyük eseri Safahat genel adı altında toplanan şiirleri şu 7 kitaptan oluşmuştur.
Mehmet Akif Ersoy'un Kitapları
1. Kitap: Safahat (1911)
2. Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912)
3. Kitap: Hakkın Sesleri (1913)
4. Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914)
5. Kitap: Hatıralar (1917)
6. Kitap: Asım (1924)
7. Kitap: Gölgeler (1933)
Mehmet Akif Ersoy'un Hayatının Daha Detaylı Anlatımı
İstiklâl Marşı'mızın yazarı Mehmet Akif Ersoy, İstanbul'un Sarıgüzel semtinde, Sarı Nasuh mahallesinde 1873 yılında dünyaya geldi. Babası, Îpek kasabasında doğmuş Hoca Tahir Efendi, annesi ise Emine Şerife hanımdır. Babasına temizliğe olan fazla düşkünlüğünden dolayı Temiz Tahir Efendi derler. Temiz Tahir Efendi, İpek kasabasında bir müddet tahsil yaptıktan sonra İstanbul'a geldi. Burada Yozgatlı Hacı Mahmut Efendiden dinî dersler almaya başladı.
Emine Şerife hanım Şirvan'lı Derviş Efendi ile evlenmişti. Bir müddet kocasiyle birlikte Amasya'da kalan Emine Şerife hanım sonradan İstanbul'a gelerek yerleşti. İki erkek çocuğunu, bir müddet sonra da kocasını kaybederek dul kaldı. Temiz Tahir Efendi, Sarıgüzel'de kocasından kalan evde oturan bu iyi ahlâk sahibi ve güzel dulun medhini duymuştu. Allahın emriyle onu istetti, ve evlendi. Bu evlenmeden de Mehmet Akif dünyaya geldi. Temiz Tahir Efendi okur-yazar, tarikat sahibi bir adamdı. Şeyh Feyzullab Efendiden ders alıyordu. Aynı zamanda bu şeyhin çömezi idi. Anne ve baba dünyaya gelen çocuklarından dolayı büyük bir sevinç içinde idiler.
Tahir Efendi yeni doğan oğluna Ebced hesabı ile doğum yılını içine alan (Ragıf) adını koydu. Bu isim (Gerde) adlı bir nevi ekmek manasına geliyordu. Lâkin Osmanlı dilinde böyle bir isim yoktu. Bu yüzden zamanla babasının kendisine taktığı bu isim unutuldu ve (Akif) e çevrildi. Tahir Efendinin sonradan bir de kızı düyaya geldi. Ona da Nuriye adını taktılar. Sonradan Nuriye hanım Arif Hikmet Beyle evlendi. Akif dört yaşına basınca mahalle mektebine devama başladı. Aile durumu yüzünden mektebine zorlukla devam ediyordu. Mahalle mektebini bitirdikten sonra Fatih'de Emir-i Buharî'deki mektebe devama başladı. Burayı da bitirdikten sonra Fatih Merkez Rüştiyesine yazıldı. Bu mektepde en çok sevdiği hoca, Kadri Efendi ismini taşıyan Türkçe hocası idi. Bu hoca, küçük Akif üzerinde önemli bir tesir bıraktı. Kadri Efendi Abdülhamid'in baskısına fazla dayanamadı. Evvelâ Mısır'a kaçarak orada Kanun-u Esasi ismini taşıyan bir gazete çıkarmağa başladı. En sonunda hürriyet taraftarlarının sığındığı Paris'e kaçarak orada hayata gözlerini yumdu. Onun hayatını takip eden Mehmet Akif, hürriyet taraftarı olan ve kendisini çok seven bu hocasını hayatı boyunca hiç unutmadı.
Mehmet Akif'in olgunlaşmasında babasının tesiri fazladır. Arapça'yı ve dine ait eserleri Mehmet Akif hep babasından öğrenmiştir. Baba, oğlu ile birlikte camiye giderken yolda ona bilmediği lûgatları ezberletmiş, dine temas eder bir takım bilgiler vermiştir. Bu yüzden Mehmet Akif babası için «O benim hem babam, hem de hocamdır. Ben hayatta ne öğrendi isem ondan öğrendim» demiştir. Babasından aldığı bu derslerden başka Mehmet Akif, Fatih baş imamı Arap hoca ile birlikte de kur'an ezberlemekte ve ondan bu sahada ders almaktadır. Rüştiyeye devam ettiği sıralarda Fatih camiinde Selânik'li Esat dededen Acemce dersler almağa başlamıştır. Arapca derslerini de ayrıca ona Halis Efendi vermektedir.
Mehmet Akif, şimdi Fatih rüştiyesini bitirmiş ve mülkiye mektebinin idadî kısmına yazılmıştır. Burada da üç yıl okuyarak şehadetnamesini alan Mehmet Akif, bu sefer Mülkiye'nin yüksek kısmına devama başlamıştır.
1887 yılında babası Temiz Tahir Efendi hayata gözlerini yummuştur. Bu acı yetmiyormuş gibi bir müddet sonra da Sarıgüzel semtindeki ailenin sığındığı biricik ev, çıkan bir yangında kül haline gelmiştir. Bu sefer zaten zorluk içinde geçinen aile daha sıkışık bir duruma düşmüştür. Akif, artık gündüzlü olarak bir mektebe devam edemeyecek durumdadır. O sırada şimdiki gibi yatılı mektepler bol değildi. Tam bu sırada talih, Mehmet Akif'in imdadına yetişmiş ve Halkalı'da ki sivil Baytar (Veteriner) mektebine yatılı talebe olarak kaydolunmuştur.
1888 senesinde girdiği bu baytar mektebinde Mehmet Akif hep başarı ile sınıf geçmektedir. Ailesinin kendisine muhtaç olduğunu ve bir an evvel hayata atılması lâzım geldiğini Mehmet Akif düşünebilecek bir çağdadır. Bu yüzden bütün gayretlerini derslerine vermiştir. Baytar mektebini birinci sınıf mevcudu 19 kişidir. Mehmet Akif bunlar arasında çalışma ve başarma yönünden birinci gelmektedir. Bu sıralarda Orman mektebi talebeleriden İsparta'lı Hakkı'nın ısrariyle Fransızca dersleri almağa başlamıştır. Baytar İbrahim Bey ona Fransızca dersler vermektedir. Mehmet Akif hayatının sonuna kadar baytar İbrahim Beyin bu iyiliğini unutmamış ve «benîm sebebi hayatım odur» sözleriyle İbrahim beyi hürmetle anmışur. Baytar mektebinde 1891 yılı aralık ayında tez imtihanları başlamıştır. Bu imtihanların neticesinde elde bulunan listede sınıf mevcudu 17 olmasına rağmen Mehmet Akif bunlar arasında üçüncü gelmektedir. 1893 de baytar mektebinden şehadetnamesini alan Mehmet Akif mektepten birinci olarak mezun olmuştur. Bu sıralarda Şevket ve Babanzade Naim Beylerle birlikte Arapça parçalar üzerinde çalışmış ve bu dile ait bilgilerini genişletmiştir.
Mehmet Akif baytar mektebini bitirdiği yıl, yani 1893'de, Tophane-i Âmire veznedarı Emin Beyin kızı İsmet hanımla evlenmiş ve Mehmet Akif'in İsmet hanımdan iki kızı ile dört oğlu dünyaya gelmiştir.
Mehmet Akif Ersoy'un Şiir Merakı
Rüştiye yıllarında kendisinde, şiir merakı uyandı şiir kitapları okumaya başladı. İlk okuduğu manzum eserin Fuzuli´nin "Leyla ve Mecnun"u olduğunu kendisi söylemektedir. Ders arkadaşı İbnülemin Mahmut Kemal´le birlikte manzumeler yazmaya başlıyorlardı.
1885 Yılında üç yıllık rüştiye mektebi bitince, babası Akif´i meslek seçiminde serbest bıraktı. Bunun üzerine Mülkiye Mektebi'ni seçen Akif, bu mektebin hazırlık okulu olarak açılmış bulunan "mülkiye idadisi"ne (sivil lise) girdi.
1889 yılına kadar okudu. Zamanın en tanınmış edip ve şairlerinden Muallim Naci Bey (1850-1893), bu okulda, kendisinin edebiyat öğretmeni olarak derslerine, gelmiştir.
Hoca Tahir Efendi'nin Mehmet Akif Ersoy'un Hayatına Etkisi
Akif´in babası Hoca Tahir Efendi, 1304 Yılı Ramazan (24 Mayıs–22 Haziran 1887) ayında "huzur dersi"ne davet olundu ve "muhatap" olarak derslere katıldı. Huzur dersleri, Osmanlı devletinin kuruluş yıllarından itibaren her Ramazan, Sultanın huzurunda yapılmakta olan "tefsir", dersleri idi.
Hoca Tahir Efendi, tutulduğu gırtlak veremi hastalığından kurtulamayarak 1888 yılında vefat etti.
Ailesi maddi sıkıntılar içinde bulunan Akif, bu durumu düşünerek, on gün kadar devam ettigi Mülkiye´yi bıraktı 1889 Yılı sonunda açılarak tedrisata başlamış olan Baytar
Mektebi´ne geçti. ilk sivil veteriner yüksek okulu olan mektebin mezunlarına hemen iş verilecekti.
Dört yıl olan Baytar Mektebi, Ahırkapı'daki sivil tıbbiye okulunda açıldı. Burada gündüzlü olarak iki Yıl oku: ilk baytarlık talebeleri, 1891 Yılında inşası tamamlanan Halkalıdaki okula geçtiler ve kalan iki yılı da yatılı olarak burada okudular. Mehmet Akif Baytarlık Mektebi´ndeki dört yıllık tahsili sırasında, çoğu doktor ve dindar kimseler olan hocalarından müsbet tesirler almıştır.
Mehmet Akif, 22 Aralık 1893'te, o zaman “Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi” adını taşıyan “Veteriner Fakültesi”nden birincilikle mezun oldu. Daha sonra “ Orman ve Ma'âdin ve Ziraat Nezareti” fen heyetinin baytarlık işlerine bakan beşinci şubesine “Baytar Müfettiş Muavini” olarak tayin edildi.
28 Aralık 1893'te “Hazine-i Fünûn” mecmuasında bie gazeli yayınlandı Bu gazel, Akif'in hâlen bilinen ilk matbu eseridir. Hazine-i Fünun Mecmua'sının 18 Ekim 1894 tarihinde çıkan nüshasında bir gazeli daha yayınlanmıştır. Bu yıllarda çıkmış öteki dergilerde de hâlen bilinmeyen manzumelerinin bulunması kuvvetle muhtemeldir. 10 Şubat 1889 tarihli 61. sayısından sonra “Resmi Gazete”de şiirleri çıkmaya başladı. Burada, yirmi beş kadar manzumesinin çıktığı tesbit edilmiştir. Servet-i Fünun Mecmua'sının Kasım-Aralık 1898 yılında çıkan “Bedayiu'l Acem “ genel başlığı altında üç yazısı yayınlandı.
1 Eylül 1898'de yirmi beş yaşında evlendi. “Tophane-i Âmire” vezne darı Mehmet Emin Bey'in kızı olan zevcesi İsmet Hanım o sıralarda yirmi yaşında idi. Mehmet Âkif'in üçü kız olmak üzere altı çocuğu olmuş, dördüncüsü bir buçuk yaşında iken vefat etmiştir. Çocukları sırasıyla: Cemile, Feride, Suad, İbrahim, Naim, Emin, Tahir.
Vatanın ve İslam ümmetinin büyük bir felakete uğradığı bir devirde gelen Âkif, bütün bu ızdırabı derinden hissederek yaşamış ve üzerine düşen vazifeyi yapmak için her şeyini feda etmeyi göze almıştır. Bu sebeple ailesine fazla vakit ayıramamıştır. Hayatı boyunca çektiği madii sıkıntılar bu konuda aksi tesir yapmıştır. Ömrünün son on senesini vatandan uzak geçirmesi ise onun dünyevi her şeyden olduğu gibi aile saadetinden de mahrum bırakmıştır. Gençliğinde ailesini vatanına tercih eden şair, yaşlılığında her ikisinden de mahrum kalmıştır.
1935 yılında karaciğerinden hastalandı. Ve hava değişimi için aynı yıl Lübnan'a gitti. Yapılan muayenelerde dinlenmesi ve yüksek bir yer edilmesi üzere Lübnan'da, Âliye köyü civarındaki bir yerde birkaç ay kaldı. Daha sonra tekrar Mısır'a dönerek kışı orada geçirdi. 1936 yılı Haziran ayında yurda döndü. Nişantaşı Sağlık Yurdu'na yatırıldı. 27 Aralık 1936'da İstanbul'da öldü. Edirne kapı mezarlığında, en iyi dostlarından Baban Zâde Ahmet Nâim'in yanına gömüldü.
Mehmet Akif Ersoy'un Sosyal Kişiliği
Mehmet Akif, 1873-1936 yılları arasında yaşadı. Onun hayatını, düşüncelerini ve eserlerini anlayabilmek için de bu dönemi, çeşitli yönleri ile incelemek gerekir.
Mehmet Akif, İslam dünyasının son kalesi olan Osmanlı İmparatorluğu'nu savunurken, aslında mazlum ulusları da yüreklendirmektedir. Mehmet Akif sadece bir imparatorluğun değil , 1400 yıllık görkemli bir medeniyetin kendisini savunduğu, kanla, canla savunduğu bir dönemin insanıdır…
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Derken Mehmet Akif, mazlum uluslara seslenmektedir. İnsan onurunu yücelten, insanı insan yapan değerlerin en öldürücü silahlar karşısında durabileceğini savunan bir yazardır.
Mehmet Akif , bir medeniyetin diğer bir medeniyeti yok etmeye yönelik saldırısının, o zamanın avrupalısı tarafından “kültürün vazgeçilmez bir ürünü; medeni milletlerin gücünün ve canlılığının bir ifadesi” olarak algılandığının bilincindedir. “Medeniyet” kavramının bu yorumuna karşı çıkar. “Medeniyet”, onun şiirlerinde “Emperyalizm” in bir simgesidir. Sömürgeciliğin “keşif kolu” olarak bilinen psikolojik savaşı, tüm ayrıntıları ile izleyen, toplumunu uyaran ve tedbirler öneren bir düşünürdür Mehmet Akif.
Mehmet Akif Ersoy aynı zamanda Türk tarihinin belki de en bunalımlı döneminde yaşadı. O' nun yaşamı, Osmanlı İmparatorluğu' nun çöküş ve Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuş devresine rastlar. Bu dönemde önce Bosna – hersek, sonra Bulgaristan, daha sonrada Sırbistan birer birer imparatorluktan koparlar. Akif henüz dört yaşındayken 93 harbi diye bilinene Osmanlı – Rus Harbinin' nin dehşetini yaşar. Arkasından Kıbrıs'ın işgali gelir. Akif sekiz yaşındayken Fransızlar Cezayir'i İngilizler Mısır'ı işgal ederler. Osmanlılar' ın Girit ve Yanya' yı Yunanistan'a teslim ettikleri yılda Akif 24 yaşında bir delikanlıdır. Trablus ve balkan felaketlerinin ardından 1. Dünya Savaşı gelir…Düşman orduları artık Anayurt kapılarına dayanmışlardır.
Mehmet Akif önce milletçe gafletten kurtulmamız gerektiğine inanarak, der ki:
Cihan alt- üst olurken seyre baktın öyle durdun da
Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda.
Bu dizeler, Akif'te uyanan milli mücadele şuurunun ifadesidir aslında.
Sonra Akif'in milletimizin başına gelen felaketlerin nedenlerini araştırdığını ve baş neden olarak da cehaleti gördüğüne şahit oluruz :
Ey hasını hakiki, seni öldürmeli evvel
Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el.
Mehmet Akif, aynı zamanda ciddi bir öz eleştiriden yanadır. İslam medeniyetinin nicedir tek bir bilim adamı yetiştirmediğinden yakınır :
O buhara , o mübarek, o muazzam toprak,
Zilletin koynuna girmiş, uyuyor müstağrak
İbn-i sina' ları yüzlerce doğurmuş iklim
Tek çocuk vermiyor aguşuna ilmin, ne akim
Görüldüğü gibi Mehmet Akif çağının ilerisinde bir “aydın” dır. O, toplumuna tepeden bakmayan,toplumunu hor görmeyen, Batı' yı kuru bir hayranlık yerine, kritik bir takdirle izleyen, kendi toplumuna yabancılaşmamış çağdaş Türk aydınının simgesidir.
“Safahat”, memleket meselelerimiz üzerinde düşünenlerin asla ihmal edemiyeceği bir kaynaktır. Bugün bile çözülmesi için uğraşıp durduğumuz bütün milli meselelerimiz ,davalarımız bu yedi ciltlik kitapta,isabetli görüş ve düşüncelerle dile getirilmiştir. Yurt ve millet meselelerini,dertlerimizi bu kadar canlı, kuvvetli ve etraflı şekilde söyleyen ,anlatan; bunlar için çareler, tedbirler düşünen başka bir şair yoktur. Yalnız kendi devrinin değil, geleceğin meselelerine de tercüman olan “safahat”, önem ve değerini hiçbir zaman kaybetmeyecektir.
Akif cemiyetçi bir şairdir. Konularını topluluktan almıştır. Sanatı sanat için değil, cemiyet için yurt ve millet için yapmıştır. Bununla beraber sanat hususunu da hiç ihmal etmemiştir. Konularını. Görüş ve düşüncelerini çok sanatkarane bir şekilde ve çok güzel bir Türkçe'yle ifade etmesini bilen, şair,sanat gayesinden de ayrılmamış demektir. Eserlerinin sanat bakımından da yüksek değer taşıması,, Akif'in görüş ve düşüncelerinin daha ilgiyle karşılanmasına, daha fazla tesir meydana getirmesine sebep olmuştur.
Akif' in milliyetçiliği ile bugünkü milliyetçi görüşümüz arasında fark olabilir. Fakat hangi şiirimiz bu vatan ve bu milletin mukadderatiyle onun kadar ilgilendi “ Safahat” ı baştan aşağı okuyun, onun şahsi dert ve duygularını anlatan kaç mısraa rastlarsınız? Akif, ağlamışsa veya sevinmişse, muhakkak milletin ızdırabı ve sevinciyle hareket etmiştir. “Safahat”, milletimizin 1908-1923 yılları arasındaki durumunu, sevinçli ve acıklı taraflarıyla bütün hadiseleri anlatır. Balkan harbi facialarına gözyaşı döken kimdir? Umumi harp felaketini o yazmadı mı? Kahraman Mehmetçik' in Çanakkale harikasını destanlaştıran Akif değil midir? İstiklal savaşında, İstanbul' dan Ankara' ya giden yollarda iman aşılayıcı konuşmalar yapan ve Sevr paçavrasının parçalanacağını müjdeleyen ondan başkası mıdır? Bursa 'nın işgali üzerine duyulan matemi “Bülbül” şiiriyle dile getiren o değil miydi? Doğacak hürriyet ve istiklali terennüm eden ölmez “istiklal Marşı” nı Akif yazmadı mı?
Mehmet Akif, 1908' den sonraki şiirimizin en önde gelen simalarındandır. Ahmet Haşim ve Yahya Kemal' in yanında bir başka şiir anlayışının temsilcisi olarak Akif'e önemli bir yer vermek, edebiyat tarihçisinin ihmal edemeyeceği bir husustur.
Akif' i şair, fikir adamı , müstesna bir seciye ve ahlak sahibi ve bir idealist olarak ele almak gerekir. Şair Akif, aruzu çok iyi kullanan şekil ve kafiye yeniliklerinde usta bir nazım olarak karşımıza çıkar. Aruzla Türkçe'yi en iyi şekilde bağdaştırması yanında, sade yazısını, halk dilini bütün özellikleri ve tabiriyle şiire yerleştirmesini önemle belirtmeliyiz. Şiir dilimizin sadeleşmesi işinde, onun rolü azımsanmıyacak derecede büyüktür. Akif realist bir şairdir:
“Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim.
İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim”
Der. Akif gördüğünü iyi anlatan bir şairdir. Müşahedeki bu kuvveti ve teferruatı feda etmek istemeyişi şiirlerini zaman zaman lüzumsuz tafsilatla dolu olmaktan alıkoymakla beraber, anlatışındaki güzellik bu eksikliği daha doğrusu fazlalığı hoş göstermektedir.
Akif' in şiirleri konu itibariyle içtimai ve dinidir. O, Türk halkının ve İslam aleminin meselelerini ele alır. Milletimizin üzüntülerini, dertlerini uğradığı felaketleri dile getirirken, bir yandan da derhal uyanmak, çağdaş medeniyet seviyesine çıkmak gerektiğini belirtir. Gayesi, her türlü ilerilik ve yükseklikten mahrum olan halkımızın ve diğer ülkelerdeki Müslümanların yüzyıllar boyu süren gerilikten kurtulmaları, kalkınmalarıdır. Akif, çalışmayı, iyi ahlakı, üç asırlık ilim kaybının telafisini öğütler. Müslümanların hürriyete, istiklale kavuşmasını ister. Akif ‘in cemiyette gördüğü belli başlı kusurlar bilgisizlik, göreneklere körü körüne bağlılık, tembellik, ahlaksızlıktır. Doğunun “marifetten de faziletten de uzak” olduğunu söyler. “İlimler asrı” diye adlandırdığı 20. Asrın icaplarına uygun hale gelmemizi arzular. Akif, zamanının hatta bugüne göre çok ileri bir din anlayışına sahiptir. Hurafelere, batıl inanışlara, taassuba şiddetle çatan Akif, İslamiyet'in öz kaynağından uzaklaştığına inanmaktadır. “Beşer dini, hayat dini” olan İslamlığın beşeriyetle beraber yürümesi gereğini ileri süren şair, yedi yüz yıllık fıkıh eserleriyle bu dinin bugünkü ihtiyaçlarını karşılamanın imkansız olduğunu söyler. Akif'e göre yapılacak iş, ilhamı doğrudan doğruya kur' an' dan alıp çağımızın anlayışıyla birleştirmektedir.
Akif, şair ve fikir adamı olmak dışında yüksek bir seciye ve ahlak sahibi olarak da büyük önem taşır. Doğruluk, şahsi menfaatlerden uzak oluş, vefakarlık, doğru bildiği yoldan asla inhiraf etmemek, prensipler hususunda hiçbir taviz ve fedakarlıkta bulunmamak, özü sözü tok ve uzak bulunmak, dalkavukluktan tiksinmek, mevki hırsından uzak bulunmak, engin vatanseverlik, memleket meselelerinde feragat ve fedakarlık Akif' in seviyesinin ana çizgilerini teşkil eder. Onun gibi idealistlere cemiyetimiz bugün her zamankinden daha, muhtaçtır.
Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı İstiklâl Marşı'nın Hikayesi
Kurtuluş Savaşı'nın başladığı yıllarda, cephedeki askerlerimizi coşturacak, onların morallerini yükseltip ulusal duygularını güçlendirecek bir ulusal marşın hazırlanması düşüncesi, Genelkurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü) Bey tarafından ortaya atıldı. Bunun üzerine Millî Eğitim Bakanlığı ödüllü bir yarışma açtı ve durumu tüm yurda duyurdu. Yarışmaya 724 şiir katıldı. Değerlendirme komisyonu şiirlerin tamamını inceledikten sonra altı tane şiir, ulusal marş olmaya uygun görülüp ayrıldı, ötekiler elendi. Ancak yapılan değerlendirmede bu altı şiirin de ulusal marş olma niteliği taşımadığı sonucuna varıldı.
Zamanın Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, ulusal marşı Mehmet Akif Ersoy'un yazmasını istiyordu. Oysa Mehmet Akif, uçunda para ödülü olduğu için yarışmaya katılmamıştı. Ulusal marş niteliği taşıyan bir şiirin bulunamaması üzerine dostları devreye sokularak Mehmet Akif ikna edilmeye çalışıldı. Sonunda para ödülünün kaldırıldığı konusunda güvence verilince Mehmet Akif, marşı yazmayı kabul etti.Daha önce ayrılan altı şiirle Mehmet Akif'in yazdığı şiir arasında yapılan değerlendirmede Akif'in şiiri birinci oldu.1 Mart 1921 günü Meclis'in yaptığı oturumda Hamdullah Suphi Tanrıöver, kürsüde şiiri okudu. Seçim için son sözün Meclis'e ait olduğunu belirtti.Nihayet 12 Mart 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi yeniden toplandı.
Türk bayrağı, ulusumuzu temsil eden kutsal bir semboldür. Gururumuz, onurumuz, varlığımız, birlik ve bütünlüğümüz, her şeyimizdir, canımızdır. Bayrağımızla övünürüz, kıvanç duyarız. O dalgalanırken bağımsızlığımızı görürüz. Cennet yurdumuzun tüm güzelliklerini, şehitlerimizi, kahraman atalarımızı, geleceğimizi görürüz şanlı bayrağımızda… İstiklal Marşı da ulusal birliğimizin ve özgürlüğümüzün bir sembolüdür. İstiklal Marşı, çağlar boyunca bağımsız yaşamış ulusumuzun bağımsızlık aşkını, ulusal ve kutsal değerlere olan bağlılığını, kahramanlığını yansıtır.Bayrağımıza ve İstiklal Marşı'mıza saygı gösterir onları canımız gibi severiz.
Çoğu zaman bayrağımızı öperiz, gördüğümüzde heyecanlanırız. Ulus olarak zor günlerimizde İstiklal Marşı'mızı kah içimizden, kah tüm dünyaya haykırarak söyleriz.Bayrağımızı temiz bir yerde özenle saklarız. Ulusal bayramlarda, yerel kurtuluş günlerinde, bayrağımızı evimizin en güzel yerine asmaktan onur ve gurur duyarız.İstiklal Marşı eşliğinde bayrağımız göndere çekilirken hepimiz büyük bir coşku ve gurur duyarız. Saygımızı ise duruşumuzla, davranışımızla, ağırbaşlılığımızla belli ederiz. İstiklal Marşı söylenirken konuşulmayacağını, yürünmeyeceğini dalgınlıkla da olsa hareket edilmeyeceğini hepimiz bilir ve bu kurallara uyarız. Uymayanları zamanı gelince uyarırız.Ulusal bayramlarda, okulumuzun açılış ve tatile giriş günlerinde, resmî toplantılarda, 10 Kasımlarda İstiklal Marşı'nın söylenmesi artık bir gelenek haline gelmiştir.