Kudüs denilince Selahaddin Eyyubi
...
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini
Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin'i
...
(Çanakkale Şehitleri)
Yüreği ümmetin dertleriyle yanan merhum Akif'in, Selahaddin'e olan sevgisini anlamak hiç de zor değil. Ümmeti paramparça ederek emperyalistlerin çizmesi altında ezdiren, ihtilaflardan, ırkçılıklardan, ihanetlerden bıkmış usanmış tüm Müslümanlar için bir zirvedir Selehaddin Eyyubi.
Ümmet şimdi ne kadar da muhtaç Selahaddin'e, Selahaddin'lere! Bin yıl önce Kudüs'te yaşanan katliamlara, şimdilerde Gazze'de, Bağdat'ta, Keşmirde ve daha birçok İslam beldesinde şahit olunuyor. Kahire'de, Amman'da, Riyad'da haçlıların ayaklarını yalayan hainler var şimdi. Mazlumlar Selahaddin'i anıyor. Selahaddin'in cesaret, bilgelik, iman ve takva dolu dünyasına kısa bir yolculuk yapalım.
Sultan Selahaddin'in adeta bir mecnun gibi dolaştığı; yemeği ve uyumayı unuttuğu; gülmeyi kendine haram ettiği ve Kudüs'ün fethine dek hep çadırda kaldığını tarih kaydetmiştir.
Selahaddin Eyyubi, 1138 yılında Irak'ın Tikrit kasabasında doğdu. Asıl adı Yusuf'tur. Ailesi, Azarbeycan'ın Duvin kasabasında yaşayan ve daha sonra Irak'ın Tikrit şehrine göç eden Hezbahiyye Kürtleri'ndendir. Babası Necmeddin Eyyub, Tikrit valisi olarak, Selçuklu emiri Behruz'un, Baalbek valisi olarak da Musul emiri İmadeddin Zengi'nin hizmetinde görev yaptı. Necmeddin Eyyub daha sonra Selçuklu Atabeki Nureddin Mahmud Zengi'nin hizmetine girip Şam'a yerleşti.
Tikrit, Baalbek ve Dımeşk'de (Şam) büyüyen Selahaddin, döneminin önde gelen âlimlerinden iyi bir eğitim aldı. İslami ilimlerde genç yaşta mesafeler kaydetti. Edebiyat meclislerine duyduğu ilgi onu siyasetten alıkoyuyordu. Yakınları, ondaki keskin siyasi zekâyı fark ettiklerinde ondan faydalanmak istediler. On yedi yaşındayken, Atabek Nureddin Mahmud Zengî'nin sarayına alındı. Böylece devlet teşkilâtının, siyasetin inceliklerini iyi bir şekilde öğrendi. Selahaddin'in devlet kademelerindeki ilk hizmeti de Şam'ın Şurta emirliği görevi oldu. Askeri hayatı ise amcası Musul atabeyi Asadeddin Şirkuh'un hizmetine girmesiyle başladı.
Şirkuh'un 1162 yılında Mısır'ın Latin-Hıristiyan devletlerinin eline geçmesini önlemek amacıyla düzenlediği üç sefer sırasında, Selahaddin de savaşa katıldı. Kudüs'ün Latin kralı, Fatımi halifesinin güçlü veziri Şavar ve Şirkuh arasındaki mücadeleye tanıklık etti.
Şavar'ın öldürülmesi ve Şirkuh'un ölümünden sonra, Selahaddin Eyyubi, henüz 31 yaşındayken hem Suriye birliklerinin komutanlığına, hem de melik ünvanıyla 1169 yılında Mısır vezirliğine atandı.
Selahaddin, Mısır'ın idaresini ele alınca, kendi şahsında da bir düzenlemeye girdi, hayat prensiplerini sertleştirdi. Her zaman muttaki ve haramdan sakınan biri olarak sultanların şaşaasını ve rahat yaşamı terk etti. Salih amellerin yaygınlaştırılmasına çalıştı. Bütün çabasını, İslami ruhun güçlendirilmesine yoğunlaştırdı. Ordusunda bütün Müslüman milletlerden asker bulunurdu. İddia edilenin aksine onun çabasıyla şii ve sünni Müslümanlar arasında bir yakınlaşma yaşandı. Fatımilerle olan siyasi mücadelesini mezheb ekseninde görenler Selehaddin'e haksızlık etmektedirler.
1171 yılında Mısır'da Fatımi halifesi el-Adıd, vefat edince, Selahaddin, Mısır'ın tek yöneticisi durumuna geldi. Mısır'daki iktidar değişikliği haçlıların tekrar harekete geçmesine sebep oldu. 1173 yılında Sicilyalı Normanlar, kuvvetli bir donanmayla İskenderiyye'ye çıkarma yaptılar. Selahaddin Eyyûbî, saldırılara karşı üç gün devam eden şiddetli kara muharebesi yaptı ve onları geri püskürttü.
Nureddin Zengi'nin ölümünden sonra mevcut devletin dağılıp parçalanmasını önlemek için gayret etti; ama takdiri Huda, farklıydı. Ağır bir sorumluluk yüklendi. 1186 yılına değin Suriye, Filistin ve Mısır'daki tüm Müslüman topraklarını bir çatı altında birleştirmeye girişti. Cömert, erdemli; ama kararlı bir hükümdar olarak ünlendi. Çekişmeler yüzünden haçlılara direnmekte güçlük çeken Müslümanların maddi ve manevi açıdan güçlenmesini sağladı. Aynı zamanda devlet teşkilâtı, memleket imarı, mektep ve medrese yapımı üzerinde durdu.
Selahaddin, askeri teknikler yerine ümmetin uyuyan potansiyelini uyandırmaya çalışmış, zaferin yolunun ittifakta olduğunu göstermiştir. 1177 -1179 yılları arasında, Gazze, Askalan, Remle, Şeria nehri kıyısında Haçlılara karşı birçok savaş kazandı.
1183 yılında Haleb ve el-Cezire'yi aldı. Aynı yıl, Şam'da bir İslam Birliği Şurası toplayarak, bütün Müslüman emirleri Haçlılara karşı birliğe davet etti. 1187 yılında bir Haçlı ordusunu, Kuzey Filistin'de Taberiye yakınındaki Hıttin'de büyük bir hamle ile imha etti. Haçlılar, Doğu'ya saldırdıklarından beri ilk defa bu denli ağır bir hezimete maruz kaldılar. Öyle ki, Papa III. Urbanus kahrından öldü.
İmadeddin, Hıttin'in İslâm Tarihi'ndeki önemini söyle belirtmiştir: "Haçlılar Doğu sahillerine geldiklerinden beridir Müslümanlar böyle bir zafer kazanmamışlardı. Diğer hükümdarların yapamadığını Allah, Sultan'a nasip etti.”
Yapılan hunharlıklar sırasında şehrin su tankları kana bulanacak kadar sokaklarda üç gün boyunca oluk oluk kan akmış, mabetlerde bile yüz binlerce Müslüman acımasızca katledilmiş ve pek çok yerde ölüler dev piramitler hâlinde yığılıp yakılmıştı.
Selahaddin Eyyubî, aradan 88 yıl geçmesine rağmen Kudüs'ün Haçlıların tahakkümü altında bulunmasını bir türlü içine sindirememişti. İslâm'ın ilk kıblesi ve Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Miraca yükseldiği mukaddes beldenin Haçlı sultasında bulunmasını kabullenemiyordu. O kadar ki Sultan Selahaddin'in adeta bir mecnun gibi dolaştığı; yemeği ve uyumayı unuttuğu; gülmeyi kendine haram ettiği ve Kudüs'ün fethine dek hep çadırda kaldığını tarih kaydetmiştir.
Vahşi Haçlılar, Kudüs'e girdiklerinde geçmişte benzeri görülmemiş bir vahşete imza atmaktan çekinmemişlerdi. Yapılan hunharlıklar sırasında şehrin su tankları kana bulanacak kadar sokaklarda üç gün boyunca oluk oluk kan akmış, mabetlerde bile yüz binlerce Müslüman acımasızca katledilmiş ve pek çok yerde ölüler dev piramitler hâlinde yığılıp yakılmıştı.
Bahaüddin b. Seddad, Selâhaddin'in durumunu şu muhteşem sözlerle anlatmıştı: "O, Kudüs hakkında o kadar gamlı idi ki onun bu gam ve kederini dağlar kaldıramazdı. O çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi şaşırmış kalmıştı. Atını bir yerden bir yere koşturup Müslümanları Kudüs'ü kurtarmak için cihada davet ediyordu. Daima hüzünle gözyaşı döküyor, göz pınarları hiç kurumuyordu. Hele Akka'ya baktığı zaman kendine bir türlü hâkim olamıyor, halkına yapılan zulüm ve işkenceleri hatırlamak istemiyordu. Boğazına bir türlü yemek girmiyordu. O şöyle diyordu: "Kudüs ve Mescid-i Aksa Haçlıların işgalinde olduğu müddetçe ben nasıl olur da gülebilirim, sevinebilirim, istediğim gibi rahat yemek yiyebilirim ve hele gözüme uyku girebilir?!"
Kudüs'ü birçok yönden kuşattı. Nihayetinde 2 Ekim 1187 yılında Kudüs fethedildi. Mübarek Kudüs şehrini teslim alınca; ilk kıblegahı kendi elleriyle gül suyu ile yıkadı. Haçlıların yaptığı gibi katliam yaptırmadı. Kudüs'te kalmak isteyen gayri müslimlere, cizye ödemek şartıyla müsaade etti.
Kudüs'ün düşmesiyle derinden sarsılan Batılılar, Papa III. Clemens'in isteği ile yeni bir Haçlı seferi çağrısında bulundu. Yüz bin kişilik III. Haçlı Seferi çok sayıda soylu ve ünlü şövalyenin yanı sıra, Alman İmparatoru I. Friedrich, Fransa Kralı II. Philippe ve İngiltere Kralı I. Richard'ı da savaş alanına çekti.
İki ordu arasındaki dengesizliği gören Sultan Selahaddin'in askerleri çekingenlik gösterdiklerinde Selahaddin, şu müthiş sözlerle azim ve cesaretlerini bilemeye kadir olmuştu: "Mademki ölümden korkuyoruz; niçin evlerimizde oturup çoluk çocuğumuzla zevk ve sefa içinde yaşamıyoruz? Bizim vazifemiz düşmanın azlığını ve çokluğunu mukayese etmek değil onun karşısına çıkmaktır!"
Haçlıları yine mağlup etti. “Arslan yürekli” denilen İngiliz kralı Rişar (Richard) anlaşma yaparak çekilmek zorunda kaldı. Böylece Kudüs ile ilgili hayallerini 800 yıl ertelemek zorunda kaldılar.
“Eğer onlar yüz çevirirlerse, de ki: ‘Bana Allah yeter. O`ndan başka ilah yoktur. Ben O`na tevekkül ettim ve büyük arşın Rabbi O`dur." (Tevbe: 129) ayeti yanıbaşında okunurken gülümseyerek ruhunu teslim etti. Selahaddin Eyyubi, 1193 yılında, 56 yaşında iken Şam'da vefat etti, Medresetü'l-Aziziye'ye defnedildi.
Rivayetlere göre Kudüs Fatihi ölüm döşeğindeyken emri gereğince şehre dağılan münâdiler mızrağa geçirilmiş kefenini göstererek şu ibret yüklü sözü haykırmışlardı: "Ey ahâli! Sultan Selahaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir. Öyleyse Allah'a kullukta gevşeklik göstermeyin!.." Hayatıyla imanın izzetini gösteren Selahaddin, ölümüyle de takvanın yegâne azık olduğu dersini tüm ümmete vermiştir.
Kur'an dinlemeyi çok sever, okunurken hep ağlardı. Güzel amelleri yanı sıra idarecilik ve teşkilatçılık yönünden de güzel meziyetleri vardı. Kürtçe, Farsça, Arapça ve Türkçe biliyordu. Cömert, dürüst ve dosdoğruydu Selahaddin.
Büyük âlim Abdüllâtif el Bağdadî'nin Selahaddin'i ziyareti münasebetiyle sarf ettiği satırlar ne kadar da çarpıcıdır: "Huzuruna vardığınızda gözleri heybet, kalpleri muhabbetle dolduran bir hükümdar gördüm. İnsanlar onda Peygamberlerde görülen meziyetlere benzer şeyler görüyorlardı. İyi-kötü, Müslim-Gayri Müslim herkes tarafından sevilirdi.” Allah onu rahmetiyle kuşatsın.
Kudüs feth olunana kadar gülmemiş, kudüs feth olunmadan bir evi olmamış, hayatı bir çadırda geçmiş, adı Hz. Ömer'le anılmış, Kudüs bahsinde: ''Kudüs; onu Ömer fethetti, Selahaddin hürriyetine kavuşturdu.''
Hasan Sabaz