Dabbe nedir, Kuran'da dabbe nasıl geçer?
Kuran'da bildirilen Dabbe, kıyamet alametlerinden birisidir.
O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler. (Neml Suresi, 82)
Kuran'da "dabbe"den bahsedilen Neml Suresi'nin 82. ayetinde "o sözün insanların başına geldiği" bir döneme işaret edilmektedir. Bu ayeti ve dabbe kelimesi ile neyin kastedildiğini tam olarak anlayabilmek için "o söz" kelimesinin Kuran'da ne şekilde kullanıldığının üzerinde düşünmek gerekmektedir.
"O söz" kelimesinin Arapçadaki karşılığı "kavl"dir ve Kuran'da "anlaşma ve söz" anlamlarında kullanılmaktadır. Bu iki anlamın dışında aynı kelimenin "görüş, inanç, düşünce ve akide" gibi anlamları da bulunmaktadır.
Kavl kelimesi bazı ayetlerde müminlerin güzel ve maruf sözleri, insanlara yaptıkları tebliğ ve konuşmalar anlamında kullanılmaktadır. Örneğin Allah müminlere "Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır..." (Bakara Suresi, 263) şeklinde buyurmaktadır. Bir diğer ayette ise yetimlere ve yoksullara "...güzel (maruf) söz..." (Nisa Suresi, 8) söylenilmesini emretmektedir.
Bu anlamının yanı sıra, "kavl" kelimesi ayetlerde doğrudan Kuran anlamında da kullanılmaktadır. Allah'ın Hz. Muhammed aracılığıyla insanlara indirdiği hikmetli sözleri birçok ayette "söz" kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Şüphesiz o (Kur'an), ayırdeden bir sözdür. (Tarık Suresi, 13)
Şüphesiz o (Kur'an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür. (Tekvir Suresi, 19)
O (Kur'an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir. (Tekvir Suresi, 25)
Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)
Hiç şüphesiz o (Kur'an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz? Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz? (Hakka Suresi, 40-42)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi "kavl" kelimesi bazı ayetlerde Kuran'ı -Allah'ın sözünü- tanımlamak için kullanılmaktadır.
"Kavl" kelimesi Secde Suresi'nin 13. ayetinde Allah'ın sözünün -vaadinin- gerçekleşmesi olarak kullanılmaktadır:
Eğer biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat Benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (İnkar edenlerle) tamamıyla dolduracağım." (Secde Suresi, 13)
Saffat Suresi'nin 31. ayetinde ise söz kelimesi Allah'ın yıkımı ve azabı olarak ifade edilmiştir:
“Böylece Rabbimizin sözü (yıkım ve azab va'di) üzerimize hak oldu. Şüphesiz, (azabı) tadıcılarız.” (Saffat Suresi, 31)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Allah'ın vaat ettiği sözü, cehennemin inkar eden insan ve cinlerle tamamen doldurulması, azabın insanlar üzerine hak olmasıdır. "O söz" gerçekleştiğinde inkar edenler sonsuz cehennem azabıyla karşılaşacaklardır. "Söz" kelimesinin vaat anlamında kullanıldığı diğer ayetler ise şu şekildedir:
Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz. (İsra Suresi, 16)
Böylelikle biz ona: "Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her (tür hayvandan) ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine söz geçmiş (azab gerekmiş) onlar dışında olan aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda Bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır" diye vahyettik. (Müminun Suresi, 27)
Üzerlerine (azab) sözü hak olanlar derler ki: "Rabbimiz, işte bizim azdırıp-saptırdıklarımız bunlar; kendimiz azıp saptığımız gibi, onları da azdırıp saptırdık... (Kasas Suresi, 63)
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. (Yasin Suresi, 7)
(Kur'an,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir). (Yasin Suresi, 70)
... Cinlerden ve insanlardan kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde (yürürlükte tutulan azab) sözü onların üzerine hak oldu. Çünkü onlar, hüsrana uğrayan kimselerdi. (Fussilet Suresi, 25)
İşte bunlar, cinlerden ve insanlardan kendilerinden evvel gelip-geçmiş ümmetler içinde (azab) sözü üzerlerine hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar, ziyana uğrayanlardır. (Ahkaf Suresi, 18)
Zulmetmelerine karşılık, söz, kendi aleyhlerine gelmiş bulunmaktadır, artık konuşmazlar. (Neml Suresi, 85)
Ayetlerde de görüldüğü Allah'ın sözü tüm inkar edenler için "büyük bir helak ve sonsuz bir azap"tır. Üzerine "söz hak olmuş" olan kimseler için bir kurtuluş, çıkış ya da kaçış yolu yoktur. Onlar hem dünyada hem de ahirette büyük bir azaba uğrayacak, bu azaptan hiçbir şekilde uzaklaşamayacaklardır. Çünkü bu, Allah'ın vaadidir ve Allah vaadinden dönmez.
Buraya kadar incelediklerimizden Allah'ın sözünün sonsuz azabın başlayışına, dolayısıyla kıyamet gününe baktığı anlaşılmaktadır. O gün Allah'ın sözü inkar edenler üzerine hak olacak ve onlar büyük bir helak ile azaba uğrayacaklardır.
Kıyametin gelişi ise pek çok alametle anlaşılacaktır. İşte ahir zamanda meydana gelecek olan bu alametlerden biri de Neml Suresi'nde bildirilen "dabbe"nin çıkışıdır
İnsanları öldürdüklerini, öldürdükleri insanların etlerini yediklerini, bahar günlerinde bütün yemişi yiyip bitirdiklerini ve ekin ve sebzeleri yediklerini söylemişlerdir. İşte Ye'cüc ve Me'cüc'ün bu hareketlerinden, bahsi geçen kavim bıkmış, usanmıştı. Karşılarında Zülkarneyn'i görünce ondan yardım istediler. Hatta "Bize yardım edersen, sana vergi, yani para da veririz."
Bütün mahlûkat, mevcudat fânîdir, Allah Celle Celâluhu'ndan başka. Fânî olan her şeyin takdir edilmiş vadesi, ömrü vardır. İnsandan hayvana, bitkilerden dağlara, taşlara, denizlere, göklere ve göklerde bulunanlara varıncaya kadar bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün yaratıkların takdir edilmiş bir eceli bulunmaktadır. Bunun yanında içinde bulunduğumuz dünya ve dünyanın da içinde bulunduğu bu evrenin de bir eceli ömrü ve vadesi bulunmakta olup; bunun adı "kıyamet"tir.
İnsanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadar, "dünyanın ömrünün sona ereceği bir gün"den sürekli bahsedile gelmiştir. Dünyanın sonunun gelmesinin yani kıyametin kopmasının sonrasında büyük bir hesap gününün varlığından bahsedilmekte, o güne hazırlık yapılması gerektiği anlatılmaktadır.
Kıyamet ile ilgili haberlerin en sağlamı hiç şüphesiz Kur'an–ı Kerîm'de geçmektedir. Kur'an–ı Kerîm'de birçok âyet–i kerîmede kıyametten bahsedilirken, sadece birkaç âyet, kıyamet kopmadan önce meydana gelecek alâmetlerden ve olaylardan bahsetmektedir.
Kur'an-ı Kerîmde bahsi geçen kıyametin söz konusu habercisi olaylar şunlardır:
1. Ye'cüc ve Me'cüc'ün ortaya çıkması,
2. Dabbetü'l–arz'ın çıkışı,
3. Duman'ın çıkışı,
3. İsa Aleyhisselâm'ın zuhuru.
Ye'cüc ve Me'cüc'ün ortaya çıkması
Zülkarneyn Aleyhisselâm batıda yapacağı icraatı yaptıktan sonra doğuya hareket eder. Orada da birçok icraatlarda bulunur. Bize bunları Kur'an–ı Kerîm haber vermektedir. Netice itibariyle yerküre üzerinde birçok icraat yaptıktan sonra:
"Sonra yine bir yol tuttu." (1) Ve öyle bir yere gelip dayandı ki:
"Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu." (2)
Buranın neresi olduğu konusunda ciddî bir bilgi yoktur. Değişik onlarca yorum ve tahminler bulunmaktadır. Asya'nın en doğusu diyenler olmuş, Orta Asya diyenler olmuş, Türkistan diyenler olmuş, Sibirya diyenler olmuş, Kafkaslar diyenler olmuş; daha birçok değişik yer ismi verenler olmuştur. Her şeyin en doğrusunu Allah Celle Celâluhu bilir. Bu kavim karşılarında bir peygamber görünce:
"Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye'cüc ve Me'cüc bozgunculuk yapmaktadır. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi?" (3)
Bu kavmin şikayeti, Ye'cüc ve Me'cüc'ün bozgunculuk yapmasıydı. Nasıl bir bozgunculuk olduğuna gelince İslâm âlimleri bunda da değişik görüşler ortaya atmışlardır. Çoğunluk; onların insanları öldürdüklerini, öldürdükleri insanların etlerini yediklerini, bahar günlerinde bütün yemişi yiyip bitirdiklerini ve ekin ve sebzeleri yediklerini söylemişlerdir. İşte Ye'cüc ve Me'cüc'ün bu hareketlerinden, bahsi geçen kavim bıkmış, usanmıştı. Karşılarında Zülkarneyn'i görünce ondan yardım istediler. Hatta "Bize yardım edersen, sana vergi (yani para) da veririz." dediler.
"Dedi ki: Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım." (4)
Zülkarneyn Aleyhisselâm, o kavimden maddî yardım yerine bilfiil güçleri ile yardımda bulunmalarını ister. Bu engel yani sed konusunda birçok ilahî sır ve hikmetler bulunmaktadır. Niçin savaş değil de sed? Bütün peygamberler cihad etmişler ve tebliğde bulunmuşlardır. Niçin Zülkarneyn Aleyhisselâm'a savaşmak yerine sed yapması teklif edilmiştir? İşte burada çok büyük incelikler bulunmaktadır. Netice itibariyle Zülkarneyn Aleyhisselâm sed yapmaya karar verir ve onlara der ki:
"Bana demir kütleleri getirin. Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): Üfleyin (körükleyin)! dedi. Artık onu kor haline sokunca: "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim." dedi." (5)
Burada çok büyük işaretler bulunmaktadır. Bir defa bu öyle bir teknoloji ki, dağ gibi sed yapılıyor, demirler kızdırılıp kor hâline getiriliyor, sonra da üzerlerine erimiş bakır dökülüyor. Bunu bugünün teknolojisiyle dahi yapmak mümkün değildir. Hangi insan o erimiş bakırın yanına yanaşabilir. Bir yanda bu büyük bir mucize, diğer yanda da peygamberlere verilen bilgi, ilim ve sanayinin çok açık bir belirtisi var. Süleyman Aleyhisselâm'a verildiği gibi.
Bir diğer konu da bu Ye'cüc ve Me'cüc taifesinin ne kadar tehlikeli yaratıklar olduğudur. Bu öyle bir taifedir ki, onlardan kurtulmak için önce demir kütleleri ile bir duvar, sed yapılıyor, sonra yapılan bu sed sayesinde Ye'cüc ve Me'cüc'ün önüne engel çekilmiş oluyor. Ancak bu da yetmiyor; bu seddin üzerine erimiş kor bakır dökülüyor. Aklımıza şöyle bir şey gelmiyor değil. Bundan birkaç yıl önce Rusya'da meydana gelen Çernobil faciasını hatırlıyoruz. O Çernobil'den dünyaya yayılan zehirli radyasyon maddesinin bulaştığı her şey, yerin altına gömüldü. Gömülmekle kalınmadı; üzerlerine kireç karışımı asitler ve tonlarca beton dökülerek örtülmeye çalışıldı. Bunların birkaç yüz sene tesirlerini devam ettirebilecekleri söyleniyor.
Bu yapılan sed o kadar sağlam ve muhkem olmuştur ki,
"Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular, ne de onu delebildiler." (6)
Seti aşamadılar ve o bahsi geçen kavim de Ye'cüc ve Me'cüc taifesinin bozgunculuk ve fesadından kurtuldu. Sonra,
"Zülkarneyn: Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vadi gelince, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vadi haktır dedi." (7)
Yeryüzünde neler yıkılıp aşılmadı, neler geçilmedi ki, bu sed geçilmesin. Fakat bu sed geçilmedi. Demek ki, bu sedde farklılık var; bu sed başka manilere benzemiyor. İşte bu yapılan iş, Rabbimizin bir rahmetidir.
"O gün (kıyamet gününde bakarsın ki,) biz onları, birbirine çarparak çalkalanır bir hâlde bırakmışızdır. Sûr'a da üfürülmüş, böylece onları bütünüyle bir araya getirmişizdir." (8)
O gün hangi gün? Ye'cüc ve Me'cüc'ün birbirine çarparak, çalkalanarak, serbest bırakıldıkları gün… Yeryüzüne akın edecekler, Zülkarneyn Aleyhisselâm'dan önce olduğu gibi hatta daha şiddetle bozgunculuğa, fesada ve saldırıya başlayacaklar.
"Nihayet Ye'cüc ve Me'cüc (sedleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman" (9)
Bu zaman kıyametin çok yakın olduğu bir zamandır. İşte nedenledir ki, Ye'cüc ve Me'cüc'ün sedlerini aşarak dünyayı felakete sürükleyecekleri zaman kıyamet alâmetlerindendir. An be an o günü beklemekteyiz.
Elmalılı Hamdi Yazır der ki: "Bahsi geçen kavim, tefsir bilginlerinin naklettikleri üzere Türkler idiyse, burada, Zülkarneyn'e kuvvetle yardım eden Türklerin, geçmişte yeryüzünü bozgunculuktan kurtarmak için yaptıkları hizmetin önemi anlatılmış olmaktadır. Böylece yüce Peygamberimizin peygamber olarak gönderilmesinden sonra da İslâm'a yapacakları hizmete işaret edilmiş olunmaktadır. Ve şu hâlde Türklerin yok olması; Ye'cüc ve Me'cüc seddinin yıkılıp, yeryüzü düzenini bozulması demek olacaktır ki, bu kıyametin alâmetlerindendir. (10)
Bir hadis–i şerif ile Ye'cüc ve Me'cüc bahsini kapatalım.
Zülkarneyn Aleyhisselâm seddi yaptığı günden bu güne Ye'cüv ve Mec'cüc seddi yıkmak için uğraşmaktadır. Ta ki takdir edilen vakte kadar bu uğraşı devam edecektir.
"...Sedde açılan delikten insanların üzerine boşanırlar. Önlerine çıkan suları içip, kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup kaçarlar. Ye'cüc ve Me'cüc göğe bir ok atar. Bu ok kana bulanmış olarak kendilerine geri döner. Şöyle derler: " 'Arzda olanları ezim ezim ezdik, semada olanları da alçaltıp alt ettik.' Allah onları enselerinden yakalayacak bir kurt gönderir. Bu kurt onları toptan helâk edip, her birini parçalanmış hâlde yere serer. Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat'a yemin olsun ki, yeryüzündeki bütün hayvanlar, onların etinden yiyerek canlanır ve semirir." (11)
Dabbetü'l–arz'ın çıkışı
"Dabbe"; "yürüyen hayvan", "mahlûk", "debelenme" mânalarında kullanılır. Daha açık ifade ile; haşereler için, hatta kurtlar için de kullanılır.
Allah Celle Celâluhu Kur'an–ı Kerîm'de hayvanlardan (canlılardan) bahsederken "Dabbe" kelimesini kullanmaktadır. Nur sûresinde "Allah, her canlıyı (her dabbeyi)... (12) buyrulmaktadır. Bir başka âyet–i kerîmede de: "Yeryüzünde yürüyen her canlının (dabbenin).." (13) buyrulmaktadır.
Bu ve benzeri âyet–i kerîmelerden anlaşıldığı üzere Allah Celle Celâluhu "Dabbe" kelimesini hayvanlar için kullanmıştır. "Dabbetü'l–arz" da "Yer hayvanı" manasına geliyor.
Kur'an–ı Kerîm'de:
"O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir Dabbe (mahlûk) çıkarırız da, bu onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler." (14)
Bu konuda da İslâm âlimleri değişik görüşlerde bulunmuşlardır. Her ne kadar Kur'an âyetlerinde "Dabbe"nin karşılığı hayvan, yürüyen, debelenen hayvan olarak gelmişse de, bu âyet–i kerîmede konuşacak olan bir "Dabbe"den bahsedilmektedir. Ne zaman çıkacağını âyet–i kerîme, kıyametin yaklaştığı zaman olarak bildirmektedir. Kıyametin yaklaştığı zaman çıkacak olan "Dabbe" şüphesiz kıyametin alâmetlerindendir. "Dabbe" ile ilgili olarak birkaç görüşü aktaralım:
Denilmiştir ki: "Bununla, cehalet ve bilgisizlikte hayvanlar gibi olan, en şerli kimseler kast olunmuştur."
Kadı Beydavî, "Dabbe"yi, "casus" olarak açıklamıştır. Ebû Suûd da "Dabbe"yi aynı şekilde "casus" olarak anlamıştır. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Açık olarak bilinen bir şey var ki, kıyamet yaklaştığı zaman yerden bir "Dabbe", mahlûk çıkacak ve iman etmemiş insanların yüzlerine karşı kâfir olduklarını söyleyecektir.
"Dabbetü'l–arz" ile ilgili bir hadis–i şerifte Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Dabbetü'l–arz, beraberinde Hz. Musa'nın asası ve Hz. Süleyman'ın mührü olduğu hâlde çıkar. Asa ile mü'minlerin yüzünü cilalar, mühür ile kâfirlerin burnuna damga basar. Öyle ki, sofra ehli toplanınca biri diğerine (yüzündeki parlaklıktan dolayı "Ey mü'min!" der, diğeri de (öbürüne, burnundaki mühür damgası sebebiyle "Ey kafir!" der. (15)
Dabbetutü'l–arz ile ilgili bir başka hadis–i şerifte de:
"Çıkış itibariyle kıyamet alâmetlerinin ilki, güneşin battığı yerden doğması, kuşluk vakti insanlara Dabbetü'l–arzın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir." (16)
Çıkacak olan bu taife–i mahlûkat, kâfirlerin ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün bozgunculuk ve fesadına karşı büyük bir savaş verecek; gerek kâfirlerin, gerekse Ye'cüc ve Me'cüc'ün, hem yaptıkları tahrifatı düzeltecek, hem de kendilerini perişan edecektir.